Türk Dili

Düşüncenin ve onu paylaşabilmenin temeli nedir?

Türk Dili

Değerli Okuyucu,

İzninle bu yazıda öncekilerden farklı bir yol izlemek arzusundayım. Şöyle ki; aklımdan geçenleri rutin bir makale formunda değil de, sanki karşılıklı sohbet ediyormuşuz gibi aktarmaya çabalayacağım. Birbirimize sorular sorup cevaplarımızı paylaşacağız, kabul edersen. Birlikte düşünüp, birlikte hayal kuracağız. Sohbetimiz biraz uzun sürebilir. Bu nedenle konuları bölümlere ayırmak niyetindeyim. Eğer çay ya da kahve alıp sohbetimize ayıracak zamanın var ise; başlayalım…

Mutfak

Yemek yapmayı sever misin? Hiç denedin mi? Farklı lezzetlerle karşılaşmaktan hoşlanır mısın? Yoksa –ki umarım öyle değildir- yeme eylemi yalnızca yaşamı devam ettirebilmek adına tekrarlanması gereken bir işten mi ibaret senin için? Öyle olmadığını varsayarak devam edelim…

Şimdi önümüze bir kâse dolusu un getirildiğini ve yiyecek bir şey hazırlamamız istendiğini düşünelim. Tek başına bu unla ne yapabiliriz? Açıkçası benim aklıma işe yarar bir fikir gelmedi. Sen de durum nasıl? Eğer bir çözümümüz yoksa korkarım ilave malzeme talep etmeliyiz.

Unun yanına biraz su, sıvı yağ ve süt alabilirsek, en azından ekmek yapabilmek için temel koşullara yaklaşıyor oluruz sanırım. Hele bir yerlerden biraz kabartma tozu, tuz, hatta biraz susam ya da çörek otu bulabilirsek; tadı yerinde bir ekmek yapmak adına önemli bir adım atmış olmaz mıyız? Belki sen listeye biraz da maya ekleyebilirsin, ne dersin?

Hazır ilave malzeme istiyorken, birazcık tereyağı ve toz şekerimiz olsa bir ürün daha ekleyebilir miyiz menümüze? Evet, sanırım sen de aynı fikirdesin… Un helvası çıkarabiliriz bu durumda…

Azmimiz ve becerimiz ödüllendirilse ve daha fazla malzeme teklif edilse seçimimiz ne olur? Yeterli miktarda et, kıyma ya da peynirle birlikte yumurta da istesek, bir pide çıkaramaz mıyız ortaya? Belki sen yumurtanın yanında vanilya, krem şanti biraz da meyve almak istersin? Bu durumda bir pasta yapmayı planladığını söylesem, doğru tahmin etmiş olur muyum?

Harikulade! Malzeme erişimimiz arttıkça çeşitliliğimiz de artıyor… Fakat bir saniye! Bu ürünlerle yiyecek bir şeyler oluşturmak için çatal, bıçak, kaşık, belki bir çırpıcı da gerekmiyor mu? Peki, nasıl pişireceğiz hazırladığımız ürünleri? Korkarım bir fırına, ocağa ya da gerekli ısıyı elde etmemizi sağlayacak bir teçhizata da ihtiyacımız var. Kısacası malzemelerimiz temel el aleti ya da donanımlara ulaşamadığımız takdirde açlığımızı ortadan kaldırmaya yetmeyecek.

Toparlamak gerekirse çeşitliliği artırmak adına ürün yelpazemizin geniş olması gerekiyorken, lezzetli tarifleri yenilebilinir hale getirmek için en azından temel bazı donanımlara ihtiyacımız var. Tüm bunlara sahip olduktan sonra; eğer gelişmiş bir damak tadımız, yeteneğimiz, azmimiz ve hevesimiz var ise yepyeni tarifler üretebiliriz değil mi? Düşünsene, belki de yakın gelecekte başarılı aşçılar olabiliriz!

Ben, tıpkı açlığa karşı yemek yeme dürtüsünde olduğu gibi, özellikle günümüzün toplumsal koşullarında her bireyin, birey olabilmek adına, düşünme ve kendisini ifade edebilme becerisine sahip olma zorunluluğu ile karşı karşıya olduğunu düşünüyorum.  Bunun bir adım ötesinde ise –başarılı bir aşçı olma hedefi gibi- bir şeyler üretebilme, yaşam koşullarını iyileştirebilme, toplum yaşamında sağlam ve/veya saygın bir konum elde edebilme gibi hedefler yer almalı bana göre.

Düşüncenin ve onu paylaşabilmenin temeli nedir?

Aslında yukarıdaki sorunun yanıtı kendisinde saklı. Konuşarak ya da burada olduğu gibi yazarak kafamdaki soruyu seninle paylaşmak adına kullandığım temel unsur ‘kelimeler’, değil mi? Kelimelerle anlamlandırmıyor muyuz duygularımızı, hislerimizi ya da gözlemlerimizi? Kelimelerle anlamaya çalışmıyor muyuz birbirimizi?

Dil dediğimiz olgunun hayati önemi tam da bu noktada çıkıyor karşımıza. Hele hele ‘ana dil’ kişinin zihninin aynası ve sahip olduğu asli gücü anlamına geliyor. Zira bırakalım iletişim kurmayı bir kenara, kendi içimizde düşünürken veya akıl yürütürken, kendi ruhumuza ya da vicdanımıza seslenirken bile bunu ana dilimizde ve ana dilimize ait kelimelerle yapıyoruz. Dolayısıyla ana dilimizin zenginliği, önceki başlıkta enikonu konuştuğumuz yemek malzemelerinin çeşitliliği, kalitesi ve bolluğuna karşılık geliyor. Başka bir deyişle, ortaya lezzetli ve zengin ürünler koyabilmenin temel gereksinimi değil mi bu? Bu hazineyi yemek örneğindeki donanımla, yani işe yarar ve sağlıklı bir eğitim ile birleştirebilirsek; işte ancak o zaman üretken, sağlıklı ve faydalı bireylere – dolayısıyla güçlü bir topluma – dönüşebiliyoruz.

Bu kısma kadar sıkılmadan okudu isen; şimdi ana dilimizin karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi ve onu işlevsiz kılmak adına asırlardır süregelen planlı saldırıların olası nihai hedefini birlikte değerlendirmeye başlayabiliriz…

Türk Dili’nin mevcut durumu

“Üze tengri basmasar - yir telinmeser - Türk budun ilingin törüngün kim artatı udaçı erti?”

Yukarıdaki cümleyi birkez daha ve anlamaya çalışarak okumanı rica ediyorum. Bu ifade Orhun Anıtları’nın bilinen üç parçasından biri olan Bilge Kağan Abidesi’nden alıntıdır ve 735 yılında taşa kazındığı bilinmektedir. Günümüz Türkçesi’ne çevirisi ise aşağıdaki gibidir: 

“Üstte gök / Tanrı basmasa, altta yer delinmese; Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti?”

Neredeyse 1300 yaşındaki bir metnin bugün bile okuduğumuzda zihnimizde çağrışım yapması hoş değil mi? İşte ana dilin özünde böyle bir sihir vardır. Sesler ve kelimelerin anlamı varlığını sürdürür; zira bunlar bizzat o dili oluşturan toplumun karakteristik özellikleri ile yoğrulmuşlardır.

Tarihte bilinen Türk Devletleri’nin parlak zamanları Türkçe’nin baskın olduğu; gerileme ve yıkılış süreçleri ise Türkçe’nin uygulamada arka plana atıldığı dönemlere rastlar. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri’nin hükümdarlarının isimlerini bu gözle değerlendirmek bile bu saptamayı doğrulamak adına yeterlidir (kuruluşta Tuğrul Bey, Kılıç Arslan, Şahinşah / Ertuğrul Gazi, Osman Bey, Orhan Bey – yıkılış sürecinde Gıyaseddin Mesud, Alaeddin Keykubad, Gıyaseddin Keyhüsrev ya da Vahideddin, Abdülmecid, Abdülaziz). 

Günümüzde ise devletin kuruluş yıllarındaki hassasiyet ve verilen onca emeğe rağmen, maalesef dilimizin asırlardır süregelen Arapça kuşatması ile özellikle son iki yüz yıldır artarak hissedilen - ağırlıklı olarak İngilizce olmak üzere - Batı etkisi arasında can çekişmekte olduğunu belirtmek durumundayım.

Arapça etkisi   

“Allah insanoğluna Kur’an yoluyla Arapça seslenmiştir. Bu nedenle Arap dili kutsaldır.”

“Son peygamber Araplar’a gönderilmiştir. Bu nedenle Arap ırkı kutsaldır.”

“Kur’an’ın çevirisini okumak, Kur’an’ı okumak anlamına gelmez. Çünkü hiçbir çeviri Kur’an’ın gerçek anlamını veremez.”

Kur’an ile halkın arasına set çekip, dini kendi tekellerinde tutmayı hedefleyen gruplar tarafından dillendirilen ifadelerin başlıcaları yukarıda listelenmektedir. Üstelik bu tür söylemler bugüne özgü olmayıp, asırlardır Türk toplumu başta olmak üzere, Arap olmayan Müslüman toplulukların başına bela olmaktadır. Bir yandan bahsi geçen azınlık kitlesinin din üzerinden geçimlerini sürdürmelerini sağlayan bu ifadeler diğer yandan İslam üzerinden etkinlik alanını sürdürmeye çalışan Arap emperyalizminin çıkarlarına hizmet eder. Aslında bu ifadelerin tutarlı hiçbir yönü yoktur. Neden mi? Özetleyelim:

- Kur’an’da insanoğlunun farklı dil ve renklerde yaratıldığının Allah tarafından takdir edildiği ve bunun bir hikmeti olduğu vurgulanır.

“O’nun kanıtlarından biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum Suresi: 22)

Öte yandan, İslam’ın gelişinden evvel, farklı toplumlara farklı peygamberler yoluyla ayetler, kitaplar ve öğütler yine o toplumun diliyle iletilmiştir:

“İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.” (İbrahim Suresi: 4)

Ayetten de anlaşılacağı üzere Allah her topluma o toplumun dili ile seslenir. Dolayısıyla salt Arapça’yı kutsallaştırmak, bizzat Allah’ın buyruklarını değersizleştirmek anlamına gelir.

- Allah doğru yoldan uzaklaşan topluluklara elçileri yoluyla seslenmiştir.

“Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler.” (Cuma Suresi: 2)

Şu halde son peygamberin Arap milletine gönderilmiş olması, o toplumun kutsallığından değil bilakis o dönemin sapkın toplumlarından biri durumunda bulunmuş olmasındandır.

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân Suresi: 103)

- Kur’an’da onlarca ayette vurgulanan unsurlardan biri, kutsal kitapların insanlara düşünmeleri ve anlamaları için iletilen uyarılarla dolu olduğudur.

“Bu (Kur’an), insanlar için bir açıklama, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür.” (Âl-i İmrân Suresi: 138)

“Ardından o peygamberlerin yolu üzere, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici, takvâ sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik.” (Maide Suresi: 46)

“Bu, rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.” (En’am Suresi: 126)

İnanç sahibinden beklenen, kutsal kitabı okuyup anlamak ve uyarılara kulak vermektir. Peki, kişinin bir metni ana dilinde okuduğunda onu daha iyi anlayabileceği gerçeği nasıl ve neden inkâr edilir?

Kur’an’ın indirildiği Arapça ile bugünkü Arapça arasında ciddi farklar bulunduğu ve günümüz Arapları’nın bile “eski yazı” olarak adlandırılan yazıyı anlamakta zorlandığı ortadayken, Arap olmayan bir topluma uyduruk gerekçelerle Kur’an’ı Arapça okutmaya çalışmanın tek bir açıklaması olabilir: İnsanları dinin özünden uzaklaştırmak ve bu yolla Kur’an’ın doğru anlaşılmasının önüne geçmek.

İngilizce etkisi   

  1. yüz yılın sonlarına doğru Fransa’dan yükselen özgürlük ve demokrasi rüzgârının etkisiyle düşünsel alanda öne çıkan Fransızca, sanayi devriminin etkisiyle hâkim dil özelliğini İngilizce’ye bırakmaya başlamıştı. Teknoloji ve bilimin öncü ve genel geçer dili olmayı başaran İngilizce, o dönemden bugüne dek Dünya genelinde ağırlığını koruyor.

Ne yazık ki; toplumumuzda az evvel detaylandırdığım sebeplerle Arapça özentisi yaşayan bir kesimin yanı sıra, İngilizce’nin dilimize yerleşmesine bilerek ya da bilmeyerek sebep olma tuzağına düşen geniş bir kesim daha bulunuyor. Üstelik bu yanılgının özellikle genç ve/veya eğitimli (!) gruplarda sıklıkla gözlemleniyor olması durumu daha da kötüleştiriyor.

‘Computer technology (!)’ ile yeni tanışılan dönemlerde, bu cihazın dilimize ‘Kompüter’ şeklinde evrildiğini hatırlıyor olabilirsin. Bu noktada akıllı dil bilimciler ortaya çıkıp ‘bilgisayar’ kelimesini ortaya koydular. Bu kelime, anlamını bilmesek dahi zihnimizde bir görüntü oluşturmayı başardı ve şanslıyız ki bizi ‘kompüter’ saçmalığından kurtardı. Ancak İngilizce kökenli kelimeler hayatımıza o kadar hızlı girmeye başladılar ki; maalesef her biri için uygun karşılık üretmeye yetecek kadar zaman bulunamadı. Bir noktadan sonra ise bu çaba tümden terk edildi.

Yabancı dil öğrenimine karşı olmak gibi bir düşüncede değilim. Aksine yabancı dil ya da dilleri kullanabilmek saygı duyulmayı gerektiren bir özellik bana göre. Ancak ana dilimizin kirletilmesinin toplumumuzu uçuruma sürüklediğini belirtmek zorundayım çünkü yok edilen ya da bozulan her bir kelime düşünme kabiliyetimize vurulan ağır darbe anlamına geliyor. Özetle bilmeliyiz ki; hiçbir ırk başka bir ırktan ya da hiçbir dil başka bir dilden daha üstün veya kutsal değildir. Ne ‘ilkel’ yerine ‘iptidai’ veya ‘özet’ yerine ‘hülasa’ demek bizi daha dindar yapıp bize sevap kazandırır ne de ‘dizüstü bilgisayar’ yerine ‘lap-top’ veya ‘yoğunlaşmak’ yerine ‘fokus olmak’ gibi zorlama söylemler bizi daha bilgili ya da daha aydın yapar.

 


Daha Fazlası İçin Tıkla