Felsefe Üzerine…
Çağımızın hızlı hayat formlarında, insan ruhunu besleyen temel birçok unsuru farkında bile olmadan avuçlarımızın içinden kaçırdığımızı düşünenlerdenim. Kaçımız karşımızda beliren muazzam bir gökkuşağını fotoğraflamak yerine, uzun uzun seyredip renklerin keyfini çıkarmaya öncelik veriyoruz?

Felsefe Üzerine…
Sevgili Okuyucu,
Çağımızın hızlı hayat formlarında, insan ruhunu besleyen temel birçok unsuru farkında bile olmadan avuçlarımızın içinden kaçırdığımızı düşünenlerdenim. Kaçımız karşımızda beliren muazzam bir gökkuşağını fotoğraflamak yerine, uzun uzun seyredip renklerin keyfini çıkarmaya öncelik veriyoruz? Ya da kaç tanemizin dijital ekran başında geçirdiğimiz günlük ortalama süre; sanata, düşünmeye ya da araştırmaya ayırdığımız süreden daha az? Kısa mesajlarla mı geçiştiriyoruz özel günlere ait kutlamaları yoksa yüz yüze ya da bizzat arayarak mı paylaşıyoruz dostlarımızla iyi dileklerimizi?
Örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Ancak bu makalede beni asıl endişelendiren konuya, modern insanın düşünceyle ve akıl yürütmeyle -başka bir deyişle felsefe ile- arasına koyduğu mesafeye, odaklanmak istiyorum ki; önceki paragrafta sıralanan sorulara verilen yanıtların altında yatan ana sebebin bu olduğuna inanıyorum.
Bazı kavramların anlamını en güzel anlatan olgu bizzat kendilerine verilmiş olan isimlerdir. Felsefenin özünde ne olduğunu kavramak için de gelin bu ismin kökenine bakalım:
Felsefe Arapça bir kelimedir. Bu dile ise Eski Yunanca’da kullanılan φιλοσοφία (philosophía) ifadesinden geçmiştir ve "bilgelik-sevgisi" anlamına gelir. Aynı kökten türeyen filozof (philósophos φιλόσοφος) kelimesinin karşılığı ise Eski Yunanca’da "bilgelik-seven"dir.
Günümüzde toplumun büyük çoğunluğu felsefeyi ayağı yere basmayan ya da daha amiyane bir tabirle karın doyurmayan bir uğraş olarak görür. Karşıdaki insanın sözü fazla uzatmasını engellemek adına argoda “felsefe yapma” şeklinde bir ifade bile kullanılmaya başlandı. Farklı bir kesim ise felsefenin kendisini zenginlere özgü bir uğraş olarak değerlendirir. Çünkü bu görüşe göre düşünmek boş zaman isteyen bir eylemdir ve dar gelirli insanların çalışmak dışında yeterli zamanları yoktur.
Farklı değerlendirmelere saygı duymakla birlikte felsefeye soğuk bakan görüşlerin bir yandan olgunun kendisine yapılan bir haksızlık olduğunu değerlendiriyor, diğer yandan bunların belli çevrelerce insanları düşünmekten uzaklaştırmak adına yürüttükleri hesaplı bir propogandanın parçaları olduğuna inanıyorum.
Tarihe göz attığımızda felsefeye önem atfedilen toplulukların; bilimsel ilerleme, ekonomi, yaşam kalitesi ya da refah düzeyi gibi kıstaslar açısından çağdaşlarından daha önde olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Antik Yunan Şehir Devletleri’nin aynı dönemin diğer topluluklarına göre yakaladığı gelişmişlik seviyesi yadsınabilinir mi? Ya da Makedonya ve Roma İmparatorlukları’nın ihtişamları göz ardı edilebilinir mi? İslamiyet’in altın yıllarını mercek altına aldığımızda karşımıza çıkan isimler Hallac-ı Mansur, Farabi, İbn Sina, Gazzali, İbn Haldun değil midir? Osmanlı Dönemi’nin en heybetli yıllarının temeli Yunus Emre ve Hacı Bektaş-i Veli ile atılıp; Ali Kuşçu, Piri Reis, Hacı Bayram Veli ve Fuzuli gibi isimlerle İmparatorluk’un en güçlü dönemlerinin çakışması tesadüf müdür? Batı ile Doğu Medeniyetleri arasındaki uçurumun oluştuğu dönemlerde Batı’dan yükselen düşüncelerin önde gelen mimarlarını hatırlayalım: Martin Luther, Descartes, Spinoza, John Locke, Voltaire, Montesquieu, David Hume, Jean-Jacques Rousseau, Diderot, Kant, Hegel, Schopenhauer, Karl Marx, Engels ve bu isimler gibi onlarcası… 16. Yüz yıldan itibaren duraklama ve gerileme fazlarına geçen Doğu Medeniyeti’nde ise, listelediğimiz isimlerin çağdaşlarından kaç düşünür sayabiliriz?
Yukarıdaki soruların yanıtları üzerinde kafa yorulduğunda, medeniyetlerin gelişmişliklerinin bünyelerinde barındırdıkları düşünürlerin nitelik ve nicelikleriyle yakın ilişki içinde oldukları gerçeğiyle yüzleşileceği ortadadır. Düşünürlerin üretkenliklerini belirleyen temel etken ise toplumların düşünmeye verdikleri önem ve düşünceye gösterdikleri saygıdır. Dolayısıyla, insanoğlunu yeryüzündeki diğer tüm canlılardan ayıran yetinin, yani düşünmenin, küçümsenmek bir yana özendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.
İşte bu başlık altında devam edecek makalelerde, tarih boyunca insanoğlunun zihnini kurcalamış ve farklı bakış açıları sayesinde zengin tartışmalara konu olmuş birtakım olgularla ilgili düşüncelerimi paylaşma niyetindeyim. Bu noktada hedefim keşfedilmiş olanı aramak değil, mevcut toplumsal sorunların çözülmesi adına akıl yürütme yoluyla teorik ya da uygulamada pratik öneriler sunabilmek. Umarım bir nebze de olsa bunu başarabilirim.
Yaşar Özdemir
08.04.2021, Ankara